'İfade Krizi'nde
Geçici Çözüm
Meclis,
geçici bir çözüm buldu. Mahkeme, 6 DTP'li hakkında TBMM'ye yazılan müzekkerenin
cevabının beklenmesine karar verdi. Çözümün ayrıntıları şöyle:
Haber Tarihi:
26.05.2009
"DTP'liler mahkemede ifade verecek mi?" sorusu
haftalardır yanıtını bekliyordu.
Konu, siyasette tansiyonu da yükseltmişti. Ancak Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin aldığı karar ortamı yumuşattı. Buna göre, Meclis'ten gelecek
cevap beklenecek. Yeni duruşma tarihi ise 29 Eylül olacak.
Mahkeme İfade İçin Meclis'e Yazı Göndermişti
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, haklarında açılan davalar nedeniyle 6 DTP
milletvekilinin ifade vermesini kararlaştırdı. Konuyla ilgili de Meclis'e yazı
gönderildi. Dokunulmazlıklarını gündeme getiren DTP'liler ise ifade
vermeyeceklerini belirtiler.
Olayın krize dönüşmemesi için herkes seferber oldu. Günün ilk
saatlerinde gelen açıklamalar sağduyu ağırlıklıydı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Bu konuyla ilgili Meclis
Başkanlığı'nın çalışmaları var. Bu konuların suhulet içinde mevcut hukuku
dikktate alarak halledilmesi gerektiğine inanıyorum. Bununla ilgili gördüğünüz
gibi gerek Meclis Başkanı gerek siyasiler bir çalışma içinde" dedi.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise konuya ilişkin soruya "Bu
konuda söyleyeceğimi söyledim, herkesi sağduyulu davranmaya çağrıyorum"
yanıtını verdi.
Gözler Toptan'daydı
Bu süreçte gözler hep Meclis Başkanı Köksal Toptan'daydı. Sürecin başlangıcında
"Çare arıyoruz" diyen Toptan, sonra da çareyi uygulamaya koydu.
İşte O Çare
Meclis'ten mahkemeye gönderilen yazıda "Mahkeme kararının,
milletvekillerinin sürekli Ankara dışında olmaları nedeniyle sekreteryalarına
tebliğ edildiği" belirtildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar Ahmet Türk, Selahattin
Demirtaş ve Emine Ayna'nın yargılanması için toplandı. Mahkeme Meclis'ten gelen
"tebligat sekreteryalara yapıldı" yazısını dikkate alarak, asıl
cevabı bekleme kararı aldı, duruşma 29 Eylül tarihine ertelendi.
Böylece DTP'lilerin ifade vermelerinin ilişkin
tartışmalar şimdilik aşılmış oldu. Ancak DTP milletvekillerinin ifade verip
vermeyeceği yine netleşmedi.
"DTP'li Vekillerin Durumu
İnceleniyor"
DTP'li
vekillerin mahkemeye zorla getirilmesi için karar çıkartılmasını değerlendiren
Toptan, "Hukuki bir sonuca varmak için çalışıyoruz" dedi.
Haber Tarihi: 15.05.2009
Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin bazı
DTP'li milletvekillerinin yakalanarak mahkemeye zorla getirilmesi için karar
çıkartmasının ardından, bundan sonraki süreç konusundaki belirsizlik sürüyor.
Meclis Başkanı Köksal Toptan, Mahkeme kararının kendilerine ulaştığını, konunun
inceletildiğini söyledi.
Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş,
Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in
farklı davalar sebebiyle, savunmalarını yapmak üzere yakalanarak zorla
mahkemeye getirilmesi için karar çıkarmıştı.
Milletvekillerinin dokunulmazlıkları olduğu için bundan sonraki süreç henüz
belirginleşmiş değil..
Meclis Başkanı Köksal Toptan, konuyla ilgili olarak hukukçulardan görüş
istendiğini belirtti.
Toptan şunları söyledi: "Bütün bunları incelemeye, hukuki sonuca varmaya
çalışıyoruz../Bizim aracılığımızla bir duyuru yapılması ve adı geçen
milletvekillerinin bu şekilde gidip savunmaları yapmaları isteniyor. Doğrudan
mahkemeler bunu yapabilirdi. Nezaket gösterdiler. Biz de mahkememize nasıl
yardımcı oluruz diye çalışma yapıyoruz."
Ergin: Üzücü ve Acı Tecrübelerden de Çıkarım Yapmak Durumundayız
Adalet Bakanı Sadullah Ergin de, Ankara'da gazetecilerin sorusu üzerine,
ilgili mevzuatın çok açık olduğunu belirtti.
Ergin: "Burası bir hukuk devletidir bunun gerekleri yerine getirilir ancak
geçmişte yaşanmış olan üzücü ve acı tecrübelerden de çıkarım yapmak
durumundayız. " diye konuştu.
Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ise "Meclis Başkanı bir
değerlendirme yapmak zorundadır, bu değerlendirmeye göre Meclis'in tavır
almasında fayda var" demişti.
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! "
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.